Ermeni sorunu nasıl ortaya çıktı? Ermeni tehciri ve “soykırımı” gerçekten oldu mu? Bu iddiaların kökeni nereye dayanıyor? Almanya’nın 02.06.2016’da kabul ettiği “Ermeni Soykırımı” yasasının aslı var mı? Ermenilerin Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yeri ve Gümrü Antlaşması (3 Aralık 1920) üzerine.
Osmanlı İmparatorluğu’nda “sadık millet” olarak tanımlanmış Ermeni tebaası ile ilişkilerin bozulması, emperyalizmin Anadolu’yu parçalama politikası kapsamında Doğu Sorunu ile birlikte başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir iç sorunu olarak düşünülmesi gereken bu mesele, 19. yüzyılda Avrupalı emperyalist devletler ve Rusya’nın kışkırtması ile başlayıp tırmanan ayrılıkçı bir harekete bürünmüştür. Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altındaki Ermeniler, sahip oldukları hak ve ayrıcalıklarla oldukça yüksek bir toplumsal konum elde etmişlerdi. Osmanlı yönetiminin Müslüman olmayan unsurlarına gösterdiği ayrıcalıklardan ötürü din ve dillerini korumuşlar, uzun yıllar Türklerle iç içe yaşadıklarından ortak pek çok kültürel öğeyi paylaşmışlardı. Osmanlı mimarisi, musikisi ve sahne sanatlarının gelişiminde Ermenilerin büyük katkısı olmuştur. Ermeniler, Osmanlıların en yakın, sadık ve güvenilir gayrimüslim unsurları olarak devletin en yüksek memuriyetlerine atanmışlardı. 1860’ta kendilerine özel bir yönetim hakkı verilmesi için Babıâli’ye müracaat etmişler; 1863’te yürürlüğe giren “Ermeni Millet Nizamnamesi” ile Osmanlı toplumu içindeki statülerini daha ayrıcalıklı ve sağlam temellere oturtmuşlardı. Dini ve ruhani başkanlarının yanında bir de 400 kişiden oluşan milli meclisleri vardı ve 1864 tarihli Vilâyet Nizamnamesi ile yerel yönetimlerde de görev almaya başlamışlardı.
Osmanlı toplumu içinde ana unsur olan Türklerin sahip olmadığı bazı haklara sahip olan Ermeniler, kendi okullarını açma ve yönetme, kendi dillerinde kitap ve gazete yayınlama imkânlarına da kavuşmuşlardı. II. Mahmut döneminde Avrupa’ya öğrenci gönderilmesine başlandığı sırada, pek çok Ermeni genci de ayrım yapılmaksızın Fransa’ya gönderilmişti. Diğer gayrimüslim halklar gibi ticaretle meşgul olan ve Osmanlı nüfusunun %10’nu dahi oluşturmayan Ermeniler, genel nüfus içinde teşkil ettikleri orana rağmen Osmanlı toplam ticaretinin %35’ini ellerinde bulunduruyorlardı. Osmanlı ekonomisi üzerinde büyük ağırlığı olan Ermeniler, toplumun en zengin kesimlerinden biri durumuna gelmişti. Bu şartlara sahip Ermenilerin, kendilerine bu imkânları tanıyan ve sağlayan bir devlet yönetimine ihanet etmesinde birtakım sebepler aramak gerekmektedir.
Ermeniler, Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın yerine geçen Berlin Antlaşması ile yeni haklar ve dış devletlerin koruyuculuğu imtiyazını elde ettikten sonra Hınçak ve Taşnak Cemiyetleri’ni (1890- Tiflis) kurarak ihtilalci biçimde örgütlendiler. Hınçak Partisi 1887’de Cenevre’de, Türkiye’yi bir defa olsun görmemiş, Rusya’dan İsviçre’ye giden Ermeni gençleri tarafından kurulmuştu. Kısa zamanda Anadolu’ya yayılan ve özellikle Doğu bölgelerinde etkin biçimde teşkilatlanan bu Cemiyetler ayaklanma çıkarmak, katliam yapmak suretiyle Avrupa kamuoyunun dikkatlerini çekmeye başladılar. Osmanlı idaresinin bu ayaklanmaları bastırma yolunda aldığı tedbirleri de propagandalarla Avrupa kamuoyuna Ermenilere yapılan mezalim olarak sunmakta ve inandırmakta güçlük çekmediler. Ermeniler, artık Osmanlı yönetiminin egemenlik hakları kapsamında çözüme kavuşturabileceği bir iç mesele olmaktan çıkmış, Rusya ve İngiltere’nin gerektiğinde Osmanlı İmparatorluğu’na müdahale edebilecekleri bir vasıta olarak, bir emperyalizm sorununa dönüşmüştü. Rusya, sıcak denizlere inme (Ege-Akdeniz) arzusu doğrultusunda özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Ermenileri basamak olarak kullanırken öte yandan Anadolu Ermenilerinin Rus topraklarında yaşayan Ermenilere bağımsız bir Ermeni devleti talebiyle kötü örnek teşkil edip, bu talebin Rus topraklarına kadar yayılması ihtimalinden de ürküyordu. İngiltere ise Rusya’nın denizlere inme politikasını, doğuda kurulacak tampon Ermeni Devleti ile engelleyebileceğini hesaplıyordu. Ayrıca Rus sınırına yakın bir Ermeni Devleti, Rusya içinde yaşayanları da harekete geçirebileceğinden, bu yolla da Rusya’yı zayıflatmayı planlamaktaydı.
Güçlü devletlerin kendi emperyalist amaçlarını gizleyerek, Ermeni isyanlarını bir Hıristiyanlık ve insanlık sorunu olarak gösterip propaganda yapmaları, başta Ermeni Patrikhanesi olmak üzere Ermeni halkını da etkilemişti. Milli hisleri kışkırtılan Ermeniler, Balkan halklarının Osmanlı yönetiminden bağımsız devletler haline gelerek kopmalarını örnek alarak bağımsız bir Ermenistan devleti kurma hayaline kapıldılar. Ermenilerin tarihte Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan olduğu savına karşılık Türklerin, Anadolu’ya geldikleri tarihte burada bir bağımsız Ermeni Devleti olmadığı bilimsel veriler ışığında ortaya çıkarılmıştı. Böyle bir Ermeni Devleti var olmuş olsa bile, bu olasılık Ermenilerin taleplerini ve giriştikleri vahşet eylemlerini haklı veya meşru göstermeye yetmiyordu. Ermenilerin Doğu Anadolu’da ve Kilikya’da (Adana Bölgesi) bazı dönemlerde kurabildikleri bağımsız krallıklar kısa süreli olmuş, bunlar da varlıklarını bölgedeki güçlü devletlere vergi vererek sürdürebilmişlerdi.
Ermenilerin Osmanlılardan zulüm gördükleri iddiasıyla yaratılan”Ermeni Meselesi” gerçekte Ermenilerin bağımsız bir devlet kurmak amacıyla ayaklanıp Müslüman halk üzerinde bir katliam harekâtına girişmelerinden ibarettir. Bu nedenle “zorunlu olarak göçe tabi tutmak” anlamına gelen “tehcir“, Ermeni olaylarının nedeni değil, sonucudur.
I. Dünya Savaşı, Ermeni eylemleri ve ihanetinin fiilen açığa çıkması için uygun ortamı oluşturmuştu. İtilâf Devletleri’nin, özellikle Rusların koruyuculuğu ve kışkırtmaları sonucunda Ermenilerin Doğu Anadolu’da Osmanlı ordusunu arkadan vurarak Rus ordusu saflarına katılması, planlı olarak yaptıkları katliamlar ve Avrupa devletleri nezdindeki casusluk faaliyetleri, tarih sayfalarına kazınan hakikatler olmuştur. Bu dönemde pek çok cephede savaş vermek zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu, Dahiliye Nezareti (İç İşleri Bakanlığı) kanalıyla 24 Nisan 1915′te Ermeni Komite Merkezleri’nin kapatılıp evrakına el konulmasını ve elebaşlarının tutuklanmasını karar altına aldı. İstanbul’da bu yönde faaliyet gösteren 2345 kişi tutuklandı. İşte Ermenilerin dünyada her yıl ve sözde Ermeni katliamı olarak andıkları tarih, bu tarihtir.

Osmanlı Devleti İç İşleri Bakanlığı’nın 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkardığı ve 30 Mayıs 1915’te Bakanlar Kurulu’ndan geçen geçici Tehcir Kanunu ile yani bir yerden bir başka yere taşıma tedbiri dahilinde, 1915’te sadece çatışma bölgelerine yakın oturan 702.900 kadar nüfus göç ettirilmiştir. Kanuna göre, göç ettirilenler, taşınabilecek mal ve eşyalarını yanlarına alabilecekler veya bunlar bilahare kendilerine ulaştırılacaktı. Taşınmazları ise açık artırma usulü ile satılarak bedelleri sahiplerine verilecektir. Ayrıca göç ettirilen Ermenilerin ekonomik durumlarına uygun olarak gittikleri yerde kendilerine emlâk ve arazi verilmesi, tohumluk ve meslekleri-ihtiyaçları ile ilgili araç gereç sağlanması da karara bağlanmış olup; bu işlerin yürütülmesi ve göç edenlerin mağdur olmaması için de Osmanlı Hükümeti önemli oranda ödenek tahsis etmiştir. İmparatorluğun bilfiil savaş içinde olması ve göç yolunun en karışık bölgelerden biri olmasının yanında, iklim ve salgın hastalıklar, yolda kafileye saldıran Ermeni ve Kürt çeteleri ve emirlere rağmen göç eden gruplara kötü davranan yerel idareciler ve güvenlik görevlileri sebebiyle üç yüz bine yakın Ermeni hayatını kaybetmiştir. Ölen Ermenilerin bir kısmı da Osmanlı ordusuna karşı Rus ordusu saflarında savaşıp ölenlerdir. Osmanlı yönetiminin, tehcir ile ilgili suiistimale yol açan idareci ve güvenlik görevlileri hakkında yaptığı takibat ve muhakeme neticesinde, suçu sabit görülen 1397 kişi cezalandırılmıştır. Buna mukabil Türkleri katleden Ermeniler hakkında hiçbir kovuşturma yapılmamıştır.
I. Dünya Savaşı’nın sonunda yaşanan can ve mal kaybı, kamuoylarında oluşan sabırsızlık ve tepkiler yüzünden Batılı devletler, özellikle İngiltere ve Fransa, Ermenileri himaye etme işini 7 Mart 1919’da bir teklif ile Amerika’ya önerdiler. Osmanlı Devleti içinde yer alan diğer Türk veya Müslüman olmayan unsurlar gibi Ermeniler de gerek Amerika Başkanı Wilson’un prensiplerine, gerekse de İtilâf Devletleri’nin vaatlerine dayanarak Mondros Mütarekesi’ni takiben toprak istemeye başladılar. Toprak taleplerini ortaya atarken istedikleri bölgelerin demografik, etnik, politik, ekonomik vs. yapısını dikkate bile almıyorlardı. İstanbul’da bulunan Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Komiseri Bristol, Ermeni kıyımı konusundaki propagandaların gerçeği yansıtmadığını, bu olayın Türkiye’yi yağmalamak isteyen itilâf Devletleri tarafından planlandığını söylerken İngiltere Başbakanı Lloyd George dahi Ermenilerin toprak taleplerini aşırı ve gerçekleşemez buluyordu.
Rusya’nın I. Dünya Savaşı’ndan çekilmesi (Brest-Litovsk Antlaşması, 1918) ile bölgede iki bağımsız devlet kuruldu: Kars, Erivan ve Gümrü’yü içine alan Ermenistan ile Batum, Artvin ve Ardahan’ı kapsayan Gürcistan. Amerikan Başkanı Wilson’un ılımlı görünen prensipleri ve Sevr Antlaşması’nın Doğu Anadolu’yu Ermenistan’a bırakan maddesi, Ermenilerin Anadolu’ya yönelik saldırgan politikalarının gerekçeleri haline gelmiştir.

TBMM Hükümeti, belirlediği Milli Misak ilkeleri çerçevesinde Doğu sınırını güvenlik altına almak için Ermenilere karşı bir askeri harekâta girişmeye karar verdi. Doğu Cephesi Orduları Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, alınan karar gereğince 20 Eylül 1920’de harekete geçti. 28 Eylül’de başlayan harekât sonucunda, işgal altında bulunan Sarıkamış, Kars ve Gümrü geri alındı. Ermeni ordularının Doğu’da 15. Kolordu karşısında mutlak yenilgiye uğraması ile Taşnak Partisi’nin başında bulunduğu Ermeni Hükümeti de barış istemek zorunda kalmıştır. 3 Aralık 1920’de Ermenistan ile Türkiye arasında Gümrü Barış Antlaşması imzalandı. TBMM’nin yabancı bir devletle imzaladığı ilk antlaşma olan Gümrü Antlaşması ile 1877-78 Osmanlı-Rus savaşıyla kaybedilmiş olan Artvin, Posof, Şavşat, Ardahan, Çıldır, Kars, Iğdır, Tuzluca, Sarıkamış, Oltu tekrar Anadolu topraklarına katılıyor ve hemen hemen bugünkü Doğu sınırı belirlenmiş oluyordu. Doğu sınırında savaş durumunu sona erdiren bu antlaşma ile “Doğu Anadolu sınırları dahilinde Ermenistan Devleti kurma” düşü de sona eriyordu. Ayrıca bu antlaşmayla Ermenistan Hükümeti, Türk topraklarının hiçbir bölgesinde Ermenilerin nüfus çoğunluğunu oluşturmadığını onaylıyor ve Sevr Antlaşması’nı yok sayarak, Avrupalı emperyalist devletlerin elinde siyasi tahrik aleti haline gelmiş temsilcilerini de geri çekmeye söz veriyordu.
Gümrü Antlaşması’nın imzalanmasından bir gün sonra Ermenistan’da Taşnak Hükümeti devrilmiş ve Bolşevik Sovyet rejimi kurulmuştur. Dolayısıyla ortada bağımsız Ermeni Hükümeti kalmadığından, Türkiye-Ermenistan arasında şartları belirlenen Gümrü Antlaşması, 16 Mart 1921 Türk-Sovyet Moskova Antlaşması ve 13 Ekim 1921’de Türkiye-Sovyetler Birliği-Kafkas Sosyalist Cumhuriyetleri arasında imzalanan Kars Antlaşması ile teyit edilerek onaylanmıştır.
Ermeni Meselesi’ ne son veren Gümrü Antlaşması, Kafkaslar kanalı ile Türk Hükümeti’nin Sovyet Rusya ile daha rahat ilişki kurmasını sağlamış ve Doğu sınırı güvenlik altına alındığından buradaki askeri birlikler Batı cephesine kaydırılmıştır.
Doğu bölgesinde sona erdirilen Ermenilerin yıkıcı faaliyetleri, Fransızların desteği ile Fransız işgali altındaki Güney cephesinde devam ediyordu. Ermenilerin Fransız koruması altında güney illerinde uyguladıkları akıllara ve vicdanlara durgunluk veren katliam hareketlerinin temelinde, Adana ve çevresinde Ermenistan’a bağlı bir Ermeni Devleti kurma hayali vardı. Türkiye ile Fransa arasında imzalanan 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması ile güney bölgesinde Fransız işgal birlikleri ile beraber Ermenilerin büyük bir bölümü de Anadolu’yu terk etti.